
Travmalar insanların kendi putlarını yıkan, yaşanırken acı verici, bazen kalp kırıcı, bazen kimsenin anlayamayacağı derinlikte hüzünlü ve keder yüklü süreçler olabiliyor.
Bireyler “Yaradan’ın kendine verdiği iç sesi, Yaradan’dan akan özü dinlemeyip”, inandıkları, emin oldukları, medet umdukları gelenek, alışkanlık, kişi, hal ve gruplara yönelirler. İşte put diye bahsettiğim bu körü körüne yönelimdir. İçinden akana güvenmeyip dışarıdan medet umduğun seni kurtaracağına inandığındır.
Yaradanın, kalbine gönderdiği bilgi, sezgi, ilhama ve yarının sahibi olana güvenmeyip dışarı ile uyum sağlamak adına kendini kendinden uzağa koymaktır. Kendini yok saymaktır. Burada seni yaralayan kendini yok saymak değil de bu süreçte ne için yok saydığını fark etmektir. Hepsinin bir rüyadan ibaret olduğunu görmektir. O inandığın kişi seni yanılttığında, o inandığın hayat amacının sana dayatıldığını görüp sana bir anlam ifade etmediğini gördüğünde, bütün gücünü verdiğin o ilişki aile bağları için kendini her yok saydığın anın farkına vardığında teker teker tabuları olmazsa olmazların yıkılır.
İşte travma denen derin yaralar sana her gelişinde putlarından biriyle olan bağın üzerinden gelir ve o bağı koparır. Sen bu yıkılan putun yerine Yaradan’ın sana kalbin aracılığı ile bildirdiğine sarılırsan hem kendinle hem Yaradan ile bağını sağlamlaştırırsın. Bu da travmanın mucizevi hediyesidir.
Sevgilerle
Hülya Özbayram
